‘Deha’ sözünü yazılarından ve usundan pek eksik etmeyen ünlü eleştirmenimiz Ataç, ‘deha- dahi’ kavramlarını içine alacak şekilde şunları söylemişti: “Bunca zamandır yazı yazarım, Abdülhak Hamit dahi bir şair” Cenap Şahabettin de resimde Rembrandt ve musiki de Wagner’i dahi sınıfında sayıyor. Hatta ülkemizde de Tevfik Fikret’in de dâhiler arasında olduğunu varsayıyor. Deha’yı Nevroz’un bir şekli sayan bazı psikologlar yanında yüksek zekaya sahip olan kimse olarak tanıyoruz dahi’leri. Teknik ve güzel sanatlar dalında yeni bir şey icat eden herkesin deha sahibi olduğu ileri sürülebilir. Çok üstün yeteneklere sahip olma hali desek belki deha’yı en iyi şekilde tanımlamış oluruz.
Elbette deha ve dahi kavramlarını bol keseden dağıtmak niyetinde değiliz. Ama ülkemiz edebiyatında çoğu kimsenin deha yönünde ilerlediğini, yol aldığını bilerek kesinleşmiş söze karışmadan bize dahi hatırlatması yapan birkaç isimle örnek olarak karşınıza çıkacağız.
Elimde 16 sayfalık, Simurg Art yayın tarafından bir kutu içinde sunulmuş, şiirle deneme arası yaratılmış bir el kitabı var. Kutusu kendinden büyük, özel bir paket içinde sunulmuş 2022’nin son aylarında numaralı olarak hazırlanıp özel dostlara armağan edilmiş bir yapıt bu.
Özel dostlara armağan deyişimi kitapçılarda görmedim. Kutunun içinde 16 sayfalık kitap haricinde bir de parfüm bulunuyor. Ve az sayfaları агаsına kıstırılmış, içi dolu birçok cümle. Kutu arasına sarı bir parşömen kâğıda esrarengiz notlar da bırakılmış. O notu aynen buraya aktarıyorum: “Koku 1984, bu kokuyu benim çocukluğum ve doğduğum ev olarak düşünerek tasarladım. İçeriği ile ilgili bir bilgi paylaşmanız gerekirse: Koku kitabının kokusu ‘1984’ kalker ailesinden bir taş olan nahidden yapılmış bir ev olarak düşünüldüğünde başlangıcı bu geleneksel evlerin avlularına dikilen bergamot notaları ile başlıyor, oda içleri kireç taşı, pişmiş portakal kabuğu, misk ve sardunya, pencerelere doğru siyahgül, fırat söğüdü ve bal çiçeği, evde uzun kalanlar için amber, vanilya ve deri notaları vaat ediyor.”
Nihat Özdal 1984 derken doğduğu yılı kastediyor olmalı. Bir çeşit ipucu. Çünkü kitabın ilk sayfasındaki özgeçmiş sayfasında doğum yılı yok. Direk söze başlıyor: “N. Özdal, disiplinler arası çalışmalar yapmaktadır. Arkeolojik eserlerden oluşan farklı dönemlerden parfüm şişeleri koleksiyonu bulunmaktadır. Koku Festivali’nin kurucu ve direktörüdür. Kokuların diğer disiplinler ve ilişkileri üzerine atölyeler düzenlemektedir.” Şimdi bu giriş yazısına bakarak, N. Özdal’ın özgünlük peşinde olup olmadığını düşünüyoruz. Birazı samimi ve içinden gelen, farklı bir deri değiştirme seansından bahseder gibi. Hem yaşantısına hem de daha önceki kitaplarında tematik olarak uğradığı ilgi alanlarına bakarsak onun ne kadar farklı yerlerin koşucusu anlamak zor değil. Memet Fuat Genç Şiir (2010), Homeros (2011), Altın Defne Şiir Ödülü (2017) gibi ödülleri bulunan şairin son dönem Simurg Art gibi özgün işler büyüğü Enis Batur ile çalışması da bu yakınığı doğrular nitelikte. ‘Düğmeler ve Deri’ ile Sulardaki Hafıza’ başlıklı önceki kitaplarına dokunduğumuzda, hayli değişik sahalarda gezinen, yeşeren bir şairle karşı karşıya durduğumuzu anlarız hemen. Deri de tematik olarak, insan derisindeki değişimlerde geziniyor. ‘Kuzuların Sessizliği’ filmindeki Hanibal kahramanın yaptığı gibi deri üzerine dikişler yaratmaya varan bir değişik serüven ve inceleme bu. Yer yer ürkütücü, bazen şaşkınlığımızı gizleyemediğimiz aykırı duraklar. Düğmeler’de de öyle. Düğmenin çeşitleri ve insan ilik açacağı yerler, büyüklük küçüklüklerine varan inceleme sahasına inilen gizil ayrıntılar ve okuru bir daha düğme kaybetmeme üzerine şekillendiren onlarca ayrıntı. ‘Sualtındaki Hafıza’ Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesinde yaşayan, (bir dönem) Fırat nehri üzerinde dalış rehberliği mesleğini yürüten bu ayrıksı kahramanın nehrin dibindeki yosunların ve onlara bağlı tarihin izlerinden üzerine bulaşan bir koleksiyon resmigeçidi gibi. Bu üç örmekten gördüğümüz üzere N. Özdal apayrı bir dünyanın elçisi. Benzersiz ve gizemli bir dünyanın neferi. Yaşamı da bir gün dünyanın bir ucunda, bir gün diğer ucunda olan bir hayal kahraman gibi adeta.
‘Koku’ kitabının ilk sayfası yine ürpertici bir dizeye ayrılmış: ‘Koklamaktan başka hiçbir şeye gücü yetmeyenler için’ Diğer dizelerde ise ayrıksı sözlerle tematik ağırlığını koymakta: ‘Kokundaki notalar; bir hafıza sarayı kursam çıkamazdım’ N. Özdal, müzikle koku temasını buluşturma gayretinde: ‘Burnumda açımlanıp incelen, esmer bir amber damlıyo’
Misk geyikleri, ışık ekleyen portakal ve mandalinalar, melengiç ağaçları (Şanlıurfa yöresine özeldir, kelaynak kuşları gibi) Parfümeri paletinde duyular üzerine bir oyun vb.
N. Özdal’ın iyice damıtılmış (tıpkı bir parfüm şişesi, gibi) ‘Koku’ kitabında iki dize dikkatimi çekti: ‘burnuna isteği eklemedim’ ‘Şu an olan için iki defa damıttım’ Kitabını da parfüm gibi damıtarak işlemiş olan şair için bu kadar sözden sonra ‘Deha denemesi’ diyebilir miyiz?
Comments are closed